Avukat & Arabulucu Önder Kaloğlu, 1982 yılında Malatya'da doğmuştur. Lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamlamış ve 2005 yılında mezun olmuştur. 2006 yılından itibaren serbest avukatlık ve hukuki danışmanlık yapmakta olup 2016 yılı itibariyle de uzman arabulucu olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
Boşanma
Mal Paylaşımı
Velayet
Şirketler
Sözleşmeler
Haksız Rekabet
Tapu
Miras
Nüfus
İşe İade
Kıdem Tazminatı
İş Kazaları
Marka
Patent
Telif Davaları
Tazminat
Kira
Alacak
Kredi Dosya Masrafları
Hakem Heyeti
Boşanma
Aile
Miras
Ticari
Arabuluculuk, günümüzde dostane yollarla uyuşmazlık çözüm yöntemleri içinde en yaygın olarak bilinen ve uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemidir. Arabulucu, sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getirerek onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini ve aralarında iletişim sürecinin kurulmasını sağlamaya çağlayan tarafsız üçüncü kişidir. Çorlu, Tekirdağ bölgesinde arabuculuk hizmetlerimiz için avukatlık büromuz ile iletişime geçebilirsiniz.
Dava boyunca yapmak zorunda kalacağınız tüm masraflardan (posta gideri, bilirkişi, keşif,tebligat masrafları,harç vb. gibi) ve yargılama nedeniyle diğer işlerinizden kısıtlayıp, adliyeye ayırmak zorunda kalacağınız zamandan tasarruf etmiş olursunuz.
Mahkemeye göre daha kısa sürer. Çoğunlukla 1 günde hatta birkaç saatte sonuca ulaşırsınız.
Sonuç, tarafların kontrolündedir. Sürecin her aşamasında taraf iradesi ile görüşmeler koşulsuz sonlandırılabilir.
Geleceğe bakılır, mevcut hukuki durumun değil, menfaatin korunması esastır.
Güvenirlik ve gizlilik önemlidir; taraflar mahkeme önünde konuşamayacaklarını burada rahatlıkla konuşabilirler.
Psikolojik ve sosyolojik riski azdır; daha az yeni sorun doğurur.
Tarafların anlaştıkları yöntem ve çözüm tarzı esastır, esnektir.
Anlaşmayla çözülür; iki tarafta kazanır, tarafların sosyal ve ekonomik ilişkileri devam eder.
Çorlu, Tekirdağ bölgesinde arabuculuk hizmetlerimiz için avukatlık büromuz ile iletişime geçebilirsiniz.
KALOĞLU AVUKATLIK &ARABULUCULUK BÜROSU
Tekirdağ’ın Çorlu İlçesinde 2011 yılında Av. Önder KALOĞLU tarafından kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren hukukun üstünlüğü ilkesi uyarınca avukatlık, danışmanlık ve arabuluculuk hizmetlerini sağlamayı amaç edinmiş olan büromuz günümüzde üç avukat, bir arabulucu ve bir icra takip elamanı ile çalışmalarına devam etmektedir.
Büromuz kurulduğu günden bu yana Çorlu ilçesi ile çevre il ve ilçelerde İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku, Gayrimenkul Hukuku, Miras Hukuku, Aile Hukuku, Ceza Hukuku, İcra Hukuku, Ticaret Hukuku, Tüketici Hukuku, Borçlar Hukuku, Sözleşmeler Hukuku gibi alanlarda başarılı sonuçlar elde etmesinin yanı sıra 2016 yılı itibariyle de uzman arabuluculuk faaliyetini sürdürmektedir.
Arabuluculuk kapsamında İş Hukuku, Tüketici Hukuku ve Ticaret Hukuku uyuşmazlıklarında dava şartı arabuluculuk, diğer tüm alanlarda ise ihtiyari arabuluculuk konusunda çalışmalarımız sürdürülmektedir.
Kaloğlu Avukatlık & Arabuluculuk Bürosu faaliyet gösterdiği çalışma alanlarında bugüne kadar binlerce uyuşmazlığa temas etmiş tecrübesi ve bilgi birikimi ile faaliyet bölgesindeki vatandaşlar ve şirketlere hizmet sağlamaktadır.
Misyon edindiğimiz üzere; akılcı yaklaşımız sonucu hukuki meseleler ile karşılaşmadan önceki aşamalarda verdiğimiz hukuki danışmanlık hizmeti sayesinde müvekkillerimizin sorunlarını en aza indirgemek önceliğimizdir. Sonrasında ise yerinde yaklaşımlarla hukuki süreçleri en kısa sürede çözüme kavuşturmak ve bu süreçte kaliteli hukuki destek sağlamak gayesiyle hizmetlerimizi sunmaya devam etmekteyiz.
Yönetim planı tüm kat maliklerini bağlayan sözleşme niteliğinde midir?
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 18. Maddesinde '' Kat malikleri, gerek bağımsız bölümlerini, gerek eklentileri ve ortak yerleri kullanırken doğruluk kaidelerine uymak, özellikle birbirini rahatsız etmemek, birbirinin haklarını çiğnememek ve yönetim planı hükümlerine uymakla, karşılıklı olarak yükümlüdürler.'' denilmekle kat maliklerinin borçları genel kurala bağlanmıştır. Aynı kanunun 28. Maddesinde Yönetim planının; yönetim tarzını, kullanma maksat ve şeklini yönetici ve denetçilerin alacakları ücreti ve yönetime ait diğer hususları düzenlendiği, yönetim planının bütün kat maliklerini bağlayan bir sözleşme hükmünde olduğu belirtilmiştir. Kat Mülkiyeti Kanunu'nda da açıkça belirtildiği üzere tüm kat maliklerinin yönetim planında belirtilen hususlara uyması zorunludur.
Suça iştirak için suçun işlenmesine katkı sağlamasına gerekli midir?
Suça iştirak müessesesinin hukuki esası, ceza normunda suç olarak tanımlanan bir fiilin işlenmesine anlaşma ve işbirliği ile katılan her failin suç işleme kastını ve dolayısıyla tehlikelilik halini ortaya koyması, az veya çok icra ettiği hareketlerle suçun işlenmesine katkı sağlamasına dayanır. Suça iştirakte; birden fazla failin, anlaşma ve işbirliği ile kastedilen suç etrafında birleşmeleri hali vardır. Fiilin icrası sırasında sırf “ birlikte/olay yerinde bulunma ” müşterek faillik için kıstas olmamakla birlikte olay yerinde bulunanların, olaya hakimiyeti veya en azından Türk Ceza Kanunu m.39 kapsamında yardım etme sayılabilecek destekleyici eylemleri olmalıdır. Ayrıca failin, suça konu eyleme “müşterek fail” sıfatı ile iştirak ettiğini veya olay sırasında yardım ettiğini gösteren ve şüpheyi yenen somut delil bulunmalıdır. Aksi halde, bir şahsın sadece olay yerinde diğer faillerle birlikte bulunması TCK m.37/1’in ve hatta TCK m.39’un tatbiki için yeterli değildir. Bunun için, suç işleme kararı ile birlikte fiili hakimiyetin bulunması gerekmektedir. Türk Ceza Kanunu madde 39'da sayılan yardım etme ise; faili suç işlemeye teşvik veya failin suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardım vaadi veya faile suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesi sırasında kullanılan araçları sağlamak veya suçun işlenmesi öncesinde veya sırasında faile yardımda bulunmak suretiyle suçun icrasını kolaylaştırmak olarak tanımlanabilir.
Hekim/hasta ilişkisi hukuki nitelik itibariyle “vekalet sözleşmesi” midir?
Kural olarak hekim/hasta ilişkisi hukuki nitelik itibariyle “vekalet sözleşmesi” kapsamında değerlendirilmektedir. Yargıtay kararlarında da vekalet sözleşmesi olarak kabul edilmiş olan hasta/hekim ilişkisinde vekilin objektif olarak yüksek özen göstermesi tedavinin her aşmasında dikkat edilmesi gerekli bir yükümlülük kabul edilmiştir. Yüksek özen gösterme yükümlülüğü gereği hekim, hastanın bedensel yapısını her yönü ile incelemeli tedavinin olası yan etkileri göz önünde bulundurulmalı, tedaviye başlandığında düzenli olarak hastalığın ve tedavinin seyrini sürekli izlemeli, kayıtlarını tutmalı, hastayı sürekli olarak bilgilendirmelidir. Netice olarak hekim eğer hastanın durumunu tıbbi olarak zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almadıysa, uygun tedaviyi de yine gecikmeksizin belirleyip uygulamadıysa, bilgilendirme ve onam alma yükümlülüğüne aykırı davranmış ise hekim yüksek özen borcunu ihlal ettiğini kabulü gerecektir. Vekil, vekalet görevine konu işi görürken, yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değilse de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekil, özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan da sorumludur.
'' Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur. (TBK.400) O nedenle doktorun, meslek alanı içinde olan bütün kusurları (hafifte olsa) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastanın zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Doktor, tıbbi çalışmalarda bulunurken bazı mesleki şartları yerine getirmek, hastanın durumuna değer vermek, tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak, tedaviyi her türlü ihtiyat tedbirlerini alarak yapmak zorundadır. Doktor ufak bir tereddüt gösteren durumlarda bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve orada koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken hastanın özelliklerini göz önünde tutmalı, onu gereksiz risk altına sokmamalı, en emin yolu tercih etmelidir. Gerçekte müvekkil de, mesleki bir iş gören; doktor olan vekilden, tedavinin tüm aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Gerekli özeni göstermeyen bir vekil, TBK. 510.md uyarınca vekâleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. '' ( Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 09/10/2018 gün ve 2016/28450 Esas, 2018/9152 Karar sayılı kararı )
Sağ kalan eş aile konutu için miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir mi?
Medeni Kanunun 194. maddesinde yer alan aile konutu kavramı, bu maddenin gerekçesinde “Aile Konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır.” şeklinde tanımlanmıştır. Medeni Kanun 652. Maddesinde ise '' Eşlerden birinin ölümü halinde tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir. '' denilmektedir. Ölüm ile birlikte aile konutunun korunmasının son bulmamaktadır. Kanunda da açık bir şekilde belirtildiği üzere eşlerden biri ölmesi ile diğer eş miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilme hakka sahip olacaktır.
''Eğer eşin mirastan payına düşen miktar aile konutunun değerini karşılamıyorsa eş miras payı dışında kalan aile konutunun değerini ödeyerek onun mülkiyet hakkını talep edebilecek eğer bakiye değeri ödeyecek gücü yoksa aile konutu üzerinde intifa veya oturma hakkını talep edebilecektir.” ( Yargıtay 2.Hukuk Dairesi'nin 19.11.2008 gün, 2008/12883 Esas ve 2008/15476 Karar sayılı kararı )
İş sözleşmelerinde yalnızca işçi aleyhine cezai şart hükümleri konulması yasaya aykırı mıdır?
Cezai şart Borçlar Kanunu’nun 179–182. maddeleri arasında düzenlenmiş olup, İş Kanunlarında konuya dair bir hükme yer verilmemiştir. İş hukuku açısından Borçlar Kanunu’nun sözü edilen hükümlerini uygulamakla birlikte, cezai şart, karşılıklılık ilkesinin bulunması halinde belirli-belirsiz, asgari-azami süreli iş sözleşmelerinde geçerli kabul edilmektedir. Bu ilkenin bir yönü, TBK'nın 420. maddesinde; "Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir." şeklinde ifade edilmiştir. Bu durum Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2015/9-989E.- 2017/386K. sayılı ve 01.03.2017 tarihli kararında; "... İş hukukunda "İşçi Yararına Yorum İlkesi"nin bir sonucu olarak sadece işçi aleyhine yükümlülük öngören cezai şart hükümleri geçersiz sayılmış ve bu yönde yerleşmiş içtihatlar öğretide de benimsenmiştir. Hizmet sözleşmeleri açısından cezai şartla ilgili olarak 818 Sayılı Yasada açık bir hüküm bulunmaz iken, Dairemizin uygulamasına paralel olarak; 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 420. maddesi "Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir." hükmünü getirmiştir. Bu itibarla hizmet sözleşmelerine işçi aleyhine konulan cezai şartlar geçersiz, işçi lehine konulan cezai şartlar ise geçerli kabul edilmelidir." şeklinde vurgulanmıştır. Yargıtay kararlarında işçi aleyhine konulan cezai şarta birtakım sınırlamalar getirilmiştir ve bu sınırlamalara aykırı şekilde düzenlenen cezai şart hükümlerini kısmen veya tamamen geçersiz saymaktadır. Yargıtay'ın cezai şartı sınırlamakta kullandığı temel ölçüt karşılıklılıktır. Cezai şart için karşılıklılık; sözleşmenin her iki tarafı için de cezai şart öngörülmüş olması ve cezai şartın miktarının da her iki taraf için eşit ve dengeli miktarda kararlaştırılmış olmasıdır. Karşılıklılık ölçütüne aykırı olarak iş sözleşmelerinde yalnızca işçi aleyhine cezai şart hükümleri konulması yasaya aykırıdır.
Fazla Çalışma
4857 sayılı İş Kanunu’na göre çalışma süresi haftada en çok 45 saattir. Haftalık 45 saatin üzerinde olan çalışmalar fazla çalışmalardır. 45 saati aşan her saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenir. Fazla çalışma yapan işçiler, işverence düzenlenen bordroları imzalarken birkaç hususa dikkat etmelidir:
İşçinin imzasını taşıyan ücret bordrolarında yer alan çalışma tahakkuklarının üzerinde çalışma yapıldığı iddiaları Mahkemeler nezdinde ancak yazılı belge ile ileri sürülebilecektir. Bu durumda işçilerin yapması gereken; o aya ilişkin olarak yapmış oldukları fazla çalışma süreleri bordroda eksik gösterilmişse bordroyu ihtirazi kayıt düşerek imzalamasıdır. Bordroların ihtirazi kayıt düşülerek imzalanması durumunda işçi fazla çalışma sürelerini tanık beyanlarıyla ispat edebilecektir. Ancak bordrolar ihtirazi kayıt düşülmeksizin imzalanırsa bordrodaki durumun aksi ancak yazılı delil ile ispat edilebilir.
Yapılan fazla çalışmalara ilişkin ödenmeyen ücretler 5 yıl içerisinde talep edilmelidir. 5 yıl içerisinde talep edilmeyen fazla çalışma ücretleri zamanaşımına uğrar. Fazla çalışma yapıldığını ispat etmekle yükümlü olan taraf işçi olup fazla çalışmalara ilişkin ücretlerin ödendiğini ise işveren ispat etmek durumundadır. Yaptığı fazla çalışmaların yasal karşılığı olan ücretini eksik alan ya da hiç alamayan işçi iş akdini haklı nedenle feshedip kıdem tazminatına hak kazanabilir.
Boşanma
1- Zina
2- Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış
3- Suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme
4- Terk
5- Akıl hastalığı
6- Evlilik birliğinin sarsılması
Türk Medeni Kanununda boşanma sebepleri yukarıdaki gibi sayılmıştır. Uygulamada en çok karşılaşılan boşanma sebebi “evlilik birliğinin sarsılması”dır. Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Boşanma davasını açan davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.
Boşanma davaları ile alakalı olarak uyuşmazlığın en kısa yoldan çözüme bağlandığı dava türü anlaşmalı boşanmadır. Evlilik birliği en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.
Anlaşmalı boşanma davalarında, tarafların avukat desteğinden yararlanması gerekmektedir. Yukarıda alıntı yapılan kanuni düzenlemeden de anlaşılacağı üzere anlaşmalı boşanma davasında karar verilebilmesi için boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu ile alakalı taraflarca kabul edilen düzenlemeyi mahkemenin uygun bulması şarttır. Bu hususta bir düzenleme yapılmadan önce bir avukatın hukuki yardımına başvurulması anlaşmalı boşanma davasının sorunsuz sonuçlanmasını sağlayacaktır.
İhbar tazminatı
Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir. Bildirim şartına uymayan taraf, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında ihbar tazminatı ödemek zorundadır.
İş sözleşmeleri;
a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,
b) İşi altı aydan bir buçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra,
c) İşi bir buçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra,
d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için, bildirim yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra, feshedilmiş sayılır.
İşe İade
Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.
Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:
a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak.
b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak.
c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip veya yükümlülüklerini yerine getirmek için işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak.
d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler.
e) 4857 sayılı Kanun’un 74 üncü maddesinde öngörülen ve kadın işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek.
f) Hastalık veya kaza nedeniyle 4857 sayılı Kanun’un 25 inci maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık.
İşverence gerçekleştirilen fesih işleminin geçerli sebebe dayanması durumunda şartları sağlaması halinde işçi, mahkemeden feshin geçersizliğinin tespitini ve işe iadesini isteyebilir. İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır. Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir.
İş Kazası Nedir?
İş kazası, kişinin çalışma hayatında 5510 sayılı Kanunda sayılan hallerden birinde meydana gelen ve sigortalıyı bedenen veya ruhen engelli hale getiren olaydır.
5510 sayılı Kanunda sayılan iş kazası halleri ise şunlardır:
1. Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
2. İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle
3. Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
4. Hizmet akdi ile çalışan emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
5. Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında,
6. Kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle meydana gelen olaylardır.
Fazla Mesai Hakkında
4857 sayılı İş Kanunu’na göre çalışma süresi haftada en çok 45 saattir. Haftalık 45 saatin üzerinde olan çalışmalar fazla çalışmalardır. 45 saati aşan her saat fazla çalışma için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde elli yükseltilmesi suretiyle ödenir.
Fazla çalışma yapan işçiler, işverence düzenlenen bordroları imzalarken birkaç hususa dikkat etmelidir:
İşçinin imzasını taşıyan ücret bordrolarında yer alan çalışma tahakkuklarının üzerinde çalışma yapıldığı iddiaları Mahkemeler nezdinde ancak yazılı belge ile ileri sürülebilecektir. Bu durumda işçilerin yapması gereken; o aya ilişkin olarak yapmış oldukları fazla çalışma süreleri bordroda eksik gösterilmişse bordroyu ihtirazi kayıt düşerek imzalamasıdır. Bordroların ihtirazi kayıt düşülerek imzalanması durumunda işçi fazla çalışma sürelerini tanık beyanlarıyla ispat edebilecektir. Ancak bordrolar ihtirazi kayıt düşülmeksizin imzalanırsa bordrodaki durumun aksi ancak yazılı delil ile ispat edilebilir.
Nafaka Ödemesi Hakkında
Arabuculuk Hakkında
Kıdem Tazminatı Hakkında
Ortak Velayet Hakkında
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 335. Maddesinde velayet‘’ Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır.’’ denilmekle ergin olmayan çocukların (18 yaşından küçüklerin) bakılması, korunması, temsil edilmesi ve eğitimlerinin sağlanması amacıyla anne babaya tanınmış hak ve ödevler ile görevleri ifade etmektedir. Evlilik birliği devam ettiği sürece anne ve baba velâyeti birlikte kullanırlar. Ortak hayata son verilmiş ( boşanma )veya ayrılık hâli gerçekleşmişse hâkim, çocuğun üstün menfaatini gözeterek velâyeti eşlerden birine verebilir. Ortak velayet ise anne ve babanın tıpkı evlilik birliği içerisindeki gibi velayete dair hakları birlikte ve eşit olarak kullanmasını ifade etmektedir. Ortak velayete karar verilebilmesi için, anne babanın ortak velayet hususunda gönüllü olması gerekmekle birlikte ve çocuğun üstün menfaati gözetilerek hakim tarafından uygun görülmesi halinde karar verilebilir.
Husumetli Tanık Hakkında
İşçinin işçi alacakları talebiyle açmış olduğu davalarda, davacının ulusal bayramlarda ve genel tatillerde çalışıldığı ve fazla çalışma yapıldığı iddiasında ispat külfetinin davacıda olduğundan davacının bildirmiş oldukları tanıkların husumetli tanık (aynı işverene karşı açmış oldukları davasının bulunması hali) olması halinde; Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına göre husumetli tanıkların anlatımlarına mahkemece ihtiyatla yaklaşılarak, salt husumetli tanık anlatımlarına itibar edilerek sonuca gidilmesi mümkün değildir. Fazla çalışma, genel tatil ve hafta tatili ücretleri husumetli tanık beyanı dışında başka bir delil ile de ispatlanamadığı durumlarda mahkemece bu taleplerinin reddine karar verilmesi gerekmektedir.